10 Ağustos 2015 Pazartesi

İzlanda'da 3.gün.. Black Beach'de hayatta kalma mücadelesi..

İzlanda'da 3.günümüz, yavaştan adapte olmaya başladım, bu sefer nerede uyandığımın farkındayım (çünkü pek uyuyamadım) Bir önceki gün şelalede sırılsıklam olmamız sonrası odaya astığımız ama kurumayan kıyafetleri bu sefer dışarı astık, mutfakta pratik birşeyler yapıp atıştırdık bu sırada, bavulları geri toplamaya başladık. Evin dışındaki park alanında toplanırken,  yanımdaki araçta da bizim gibi yine toparlanmaya çalışan birileri vardı, eleman nereden geldiğimi sordu, biraz konuştuk Amerikalılarmış (Hint kökenlilerdi muhtemelen) , 3-4 günlüğüne geldiklerini sonra da İsveç'e geçeceklerini öğrendim, pek gezi planı yapmamışlar yolda karar veriyorlarmış nereye gideceklerine, İsveç'te Malmö'yü görmelerini tavsiye ettim. Siz napıcaksınız dedi, ring yapıyoruz 6-7 gün sürecek dedim, "bu araçla mı" yaptı, kendisi jeep kiralamıştı tabi bizim aracı beğenmedi. :)

Birbirimize iyi yolculuklar dileyip toparlanmaya devam ettik, bu sırada evin köpeği ve yavrusu da kendine oyun arkadaşı arıyordu, sırasıyla hepimizi taciz etmeye başladı, bir süre onlarla oynadıktan sonra yola çıktık.



Önceki günün yorgunluğundan olsa gerek, yola saat 11'de çıkabildik, sıradaki hedefimiz İzlanda'nın bir başka büyük şelalesi Skogafoss'du, yolda 2011'de gerçekleşen yanardağ patlamasının en iyi gözüktüğü yere denk geldik, tabiki hemen fotoğraf molası verdik. Fotoğrafta görülen alan tamamen küller içinde kalmış.





hemen yanındaki hediyelik eşya satan dükkandan, lav tozu, baharat, bal gibi ıvır zıvırlar aldık. 45 dk süren bir yolculuk sonrası hedefe ulaştık, tam bu sırada yağmur başladı. Islanıcaz yine derken Deniz montunu kuruması için evin bahçesinde bıraktığını hatırladı, ne yapalım geri mi dönelim derken, senin foto işleri uzun sürüyor, sen çekmeye başla bu sırada ben gider gelirim dedi, haklıydı, (foto işlerim uzun sürüp yanımdakini bezdirebiliyor. ) Eşyalarımı alıp ne yapabilirim bakmaya başladım, hafiften yağmur yağıyordu, uzun pozlama foto için hazırlıkları yaptım, sonra da şelalenin yanına çıkacaktım.









Merdivenlerin tamamını çıkıp tepeye ulaşmak 6-7 dk sürdü, tepedeki manzara inanılmazdı













Şelaleden ayrılıp günün en önemli olayı olan Black Beach'e doğru yola koyulduk, yarım saat uzaklıktaydı, hava da kötüleşmiş, kıyıya yaklaştıkça fırtına kendini hissettirmeye başlamıştı. Direkt siyah kumları gören bir yere parkettik, görüntü aklı başından alacak cinsteydi, Deniz kendini dışarı attı, uzaklaşmaya başladı, ben de peşinden.. Önce ortasında delik olan büyük bir kayalığa geldik, dalgalar kıyıya vurdukça sular bu boşluktan dışarı yükseliyordu. Şekil1-a: 





İyi fotoğraf için beklemeye başladım, kayalık yüksekte de olsa kenardan uzakta güvenli bir yerdeydim, dalgalar uzağıma düşüyordu, ama ayaklarımı bastığım yerler de ıslaktı, henüz o derece bir yağmur da yok neden ıslanmış acaba bura...   derken kocaman bir dalga beni içine aldı. 




Altımda yağmurluk pantolon üstümde mont olmasına rağmen objektifim ve makinam çok ıslandı. Biraz kurutabilmek için arabaya gittim.. 





bu sırada Deniz arabaya geri geldi, sahile çıkış buldum gel gidelim dedi. Dışarıdaki fırtına şiddetini iyice arttırmıştı, çevremizdeki park eden arabaların sayısı epey azalmıştı. Biraz ısınıp araçtan çıktık, sahile ulaştık, kıyı ileri doğru devam ediyordu. Yürümeye başladık, yağmur şiddetli rüzgarla karışıp can yakıcı bir şiddete ulaşmıştı. Burada ne kadar vakit geçti hatırlamıyorum, Deniz kendini kaybedip suların içine girdi, Ben rüzgara doğru koştum, bunların videolarını çektik. 











Dönmemiz gerekiyordu ama rüzgar tam karşıdan esiyordu bu sefer ve ilerlemek mümkün değildi, bir yandan kuru olarak geçtiğimiz yerlerin çoğuna deniz dalgaları ulaşmaya başlamıştı. İşte tam orada "galiba burada mahsur kaldık" dedim, son bir güçle milim milim ilerleyerek kıyıyı aştık, düzlüğe o kayalığa çıktık. Ortalıkta kimse yoktu, park alanında 4 araç kalmıştı, araca ulaşana kadar biri daha kaçtı. Henüz bir tarafı daha görmemiştik, araca sığındık. Araç rüzgardan deli gibi sallanıyordu, arabayı çalıştırdım ısınmaya, imkansız ama kurumaya çalıştık. Boşuna uğraşıyorduk, kurumamız mümkün değildi, tekrar dışarı çıktık sahilin diğer tarafını tepeden gören bir yer vardı oraya tırmandık. 




Burada da şöyle bir video çektim, kelimelerden daha açıklayıcı olacağına eminim. 








Geri döndüğümüzde iki araç kalmıştı park yerinde, biz içeri girdiğimizde o da gitti. Tek kalmıştık fırtına arabayı çılgınca sallamaya devam ediyordu. Biraz daha kalırsak heralde ters dönecektik, Arabayı çalıştırıp alandan ayrıldık, tam biz çıkarken yolun karşısından bir araç geliyordu. Gördükleri pek hoşuna gitmeyecekti muhtemelen. 

Bütün bu mücadele karnımızı acıktırmıştı hemen yakında bulunan Vik kentine doğru yola koyulduk, kısa bir sürüş sonrası şehirdeydik. İzlanda'nın önemli kentlerinden biri, ancak tahmin edileceği üzere küçük bir kasaba. Yemek ve kahve için oraya girmeye karar verdik, hoş elimizde fazla da bir seçenek yoktu, saat de 6'ya yaklaştığı için açık yer bulmamız da sıkıntı olacaktı, Trip Advisor'e nerede yiyelim diye sorduktan sonra bizi yönlendirdiği yere girdik. İçerisi (o saatte açık tek yer olduğu için muhtemelen) son masasına kadar doluydu. İki kase çorba üzerine ben pizza yedim Deniz vejeteryan Burger, ikisi de güzeldi. 







* İzlanda da hemen hemen bütün restorantlarda bulacağınız en ucuz ve karın doyurucu şey çorba, (yaklaşık 20 TL) bizim alıştığımızdan daha yoğun kıvamda, mekanın içinde ayrı bir alanda gidip kendin dolduruyorsun, ekmeğini kendin kesiyorsun, hemen yanında da tereyağı koymuş oluyorlar. Bunun yanında içtiğin çorbayı tekrar doldurmak kimi yerlerde ücretsiz, kimi yerlerde çorbanın yarısı fiyatına. 

O geceyi dışarıda geçireceğimiz için pek acele etmedik, mekan kapanana kadar oturduk kahve içtik, pastalarının tadına baktık. 21:00 gibi kapıyorlardı çıktık. Hava tabiki hala deli gibi aydınlık, yavaştan yola çıktık. Yağmur şiddetini azaltmıştı. Amacımız gidebileceğimiz kadar ilerlemek, bir yerde kenara çekip uyumaktı. Çevredeki mevcut otel seçenekleri de kısıtlı olduğu için bunun daha mantıklı olacağını düşündük. Yolda giderken yanardağ patlama bölgesi olduğu için çorak, bitki örtüsü olmayan ucu bucağı görünmeyen alanlardan geçtik, 



yollarda bu üstüste dizilmiş taşlarla karşılaştık sürekli, ilk başta doğal oluşum zannettik ama yoldan geçen gezginler tarafından iyi şans getirmesi için yapıldığını öğrendik sonradan. 


saat gece 1'e yaklaşırken, Lav tarlası denen bir alanda durmaya karar verdik. Yağmurdan dolayı çıkıp gezemedik direkt uyku moduna geçtik. Ben bu sırada Gopro'yu arabanın dışına doğru bağladım, biz uyurken neler oluyor görmek istedim ve 3.gün de bitmişti, şu üç günde gördüklerimi düşünerek, beynimi rüya olmadığına inandırmaya çalışarak   uyuyakaldım.... 












16 Temmuz 2015 Perşembe

İzlanda'da 2.gün, Gulfoss, Geysir ve Seljalandsfoss

Gözümü açtım, neredeyim? kısa süreli bir tereddüt sonrası, evet gerçekten de İzlanda'dayım.. Bir önceki gün gördüklerim rüya değilmiş. Deniz'e seslendim o da yeni uyanmıştı, toparlanmaya başladık.  Önceki gün marketten aldığım yumurtaları mutfağa inip tavada hızlıca pişirip hızlıca mideye indirdim.

Faydalı bilgi: Böyle uzun soluklu gezilerde serpme kahvaltı modu pek olmuyor tok tutacak şeyleri hızlıca tüketip zaman kaybetmeden evden çıkmak gerekiyor. Bunun için yumurta, peynir, süt gibi protein kaynakları bir engeliniz yoksa en ideal gıda maddeleri, corn flakes tarzı şeyler de işe yarar. Bunun yanında yeni keşfimiz gün içinde hayatımızı kurtaran protein barlar oldu, abur cubur tüketmektense protein oranı yüksek olanları iyi birer seçenek gibi duruyor. Tabi biz yine abur cubur da tükettik :)

Pratik kahvaltı sonrası ev sahibine hoşçakal diyip yola koyulduk, rotamız üzerinde Golden Circle'ın ve İzlanda'nın en büyük şelalesi Gulfoss, öncesinde de Geyser vardı.

GEISER, GEYSIR, GAYZER

Geysir'e yaklaştığımızda topraktan çıkan dumanlar ilk dikkat çeken kısmıydı. Sonrasında arabayı parkedip  insanları takip etmeye başladık, ve evet ilk patlamayı ve havada süzülen suları görüyorduk, yanına geldiğimizde gayzer'e doğru trans olmuş şekilde bakan insanlar gördük, aralarına katıldık, ben de iyi bir foto yakalamak için yeri aldım. Gayzer (Geysir) ler esas olarak fay kaynaklarının altında dikey boşluklar varsa orada ısınan suyun buharlaşamayıp sıkışıp bir anda yukarı doğru patlamasıyla oluşuyor, düzenli bir frekansı yok ancak 5-6 dk'da bir oluyordu biz izlediğimizde. Patlamanın ağır çekim videosunu da ekliyorum hemen aşağıya. Biri patladıktan sonra bir sonraki patlamayı beklemek için inanılmaz bir dürtü oluyor, bu şekilde 1 saate yakın vakit geçirdik.








Geiser'deki hediyelik eşya dükkanından da birşeyler alıp, üzerine kahvemizi içtikten sonra yola devam ettik, hedefimiz hemen yakınımızdaki Gulfoss şelalesiydi. Göreceğimiz doğa harikasından habersiz şekilde mekana ulaştık, hafiften bir yağmur, yoğun bir rüzgar vardı, ekipmanlarımı yüklenip arabadan çıkıp, karşımıza çıkan ilk görüntü aklımızı başından almaya yetti. 

ve GULFOSS....




Bu açıdan gördükten sonra insanları takip etmeye başladık, Gulfoss dünyadaki akım gücü olarak en kuvvetli şelaleler arasında yer alıyormuş, astıkları bir bilgi tabelasında Niagara'dan bile güçlü olduğu yazıyordu. Şelaleyi en yakından görebileceğimiz yere doğru ilerlemeye başladık. 




Akıntının en güçlü olduğu yere doğru ilerlerken gürültü de, havadaki su damlaları artıyordu, rüzgarla beraber geçişin bir kısmında epey bir ıslandık, yakınına ulaştıktan sonra tripodu kurup uzun pozlamalara başladım, ortaya böyle birşeyler çıktı.










Bu büyülü ortamdan kendimizi sıyırıp ayrılmamız çok zor oldu, böyle zamanlarda vaktin nasıl geçtiği gerçekten anlaşılmıyor. Zamanımız daralıyordu Gulfoss'a veda edip, burasından daha güzelini göremeyeceğimiz düşünceleriyle ayrıldık (yanılmamız çok kısa sürdü) , çıkışta şu güzel atlara denk geldik, durduk, Deniz bir Elmayra edasıyla sevicem diyip hemen atladı arabadan, ben de şu kareyi yakaldım, (bu durmalar daha önce de dediğim gibi tüm gezi boyunca hiç bitmedi..) 



bir sonraki hedefimiz İzlanda'nın güneyinde bulunan Westman adasına geçmekti, oraya giderken kalacağımız yerden geçeceğimiz için en azından check-in yapar anahtarlarımızı alırız diye düşündük, bu kalacağımız yer bulduğum en ucuz yerlerden biriydi,  airbnb.com sağolsun, 232 TL verdik iki kişi için, kahvaltı yoktu tabi. Oda da fiyatının hakkını verecek şekilde kötüydü bu arada. Linkini de vereyim tam olsun, https://www.airbnb.com/rooms/6602414

Bugünkü rotayı fikir vermesi açısından paylaşmakta fayda var, 

Selfoss > Geiser > Gulfoss şelalesi > Westman Island > Seljalandsfoss > Hvolsvollür



Westman adalarına geçmek için limana gittiğimizde saatlere yanlış baktığımızı, adaya seferlerin sadece sabah gidiş akşam geliş şeklinde olduğunu öğrendik, yani bütün günü adaya ayırmak gerekiyordu, böyle bir durum planlarımızı aksatacağı için burasından vazgeçmek zorunda kaldık, büyük bir hayal kırıklılığıyla bir sonraki şelaleye devam ettik, moralimiz çok bozulmuştu, ama bir süre sonra yaşayacaklarımız bütün o moral bozukluğunu yerlebir etti. 

SELJALANDSFOSS 







Bu manzarayla karşılaştık ve yaklaşmaya başladık, burada bir time-lapse video çektim.




Şelale çevresindeki patikadan yürünerek arkasına geçilebiliyor, hatta şelalenin döküldüğü yere inilebiliyor,  ben bu görüntüleri çekerken bir baktım Deniz patikadan yürümeye başlamış, o gitsin gelsin güzelse ben de giderim diyerek (bkn: garanticilik hehe)  beklemeye başladım, şelale çevresinde dökülen suyun yarattığı su kabarcıklarıyla en hafif rüzgarda bile belli yerlerden geçerken sırılsıklam olmamak mümkün değil, Deniz geldi tahmin ettiğiniz üzere tamamen ıslanmıştı, "acayip güzel, inanılmaz, mutlaka çekmelisin oradan" demesi üzerine bu sefer beraber ilerlemeye başladık. Makinayı ıslanmaktan korumaya çalışıyordum, bir kılıf vardı ama su heryerden geliyordu, bir yerden sonra başedemedim, aletin waterproof özelliğine güvenmeye başladım ve şöyle kareler yakaladım.. 








Hemen üstteki fotoğrafta Deniz'in yaptığı gibi ben de döküldüğü yere kadar indim, o kadar güzeldi ki, uygun kelimeleri bulmakta zorlanıyorum.. Doğaüstü bir ortam vardı, rüyada gibi..  Fotoğraflar bir nebze ne demek istediğimi anlatır heralde.. Suyun yanında da elimde Gopro ile yıllarca profilimi süslemesi muhtemel fotoyu çektim :))






Bu da şelaleden çıkış videomuz :) 




Tahmin ettiğiniz üzere kuru tek bir yerimiz kalmadı, Canon 5D mark III waterproof testinden başarıyla geçti, arabaya koşup üzerimizi değiştirdik, ama yolculuğun devamında gereken montlarımız, pantolon vs herşey ıslaktı.. Şelalenin yanındaki ufak büfeden sıcak birer kahve içtik, kalacağımz yere doğru yola çıktık, gider gitmez ıslanan kıyafetleri ortalığa yaydık.. Daha ikinci günden yaşadığımız muazzam görüntülerin sarhoşluğuyla uykuya daldık..


Bir sonraki gün planımız bir başka büyük şelaleyi ve Höfn şehrini görmekti, gezideyken de yazmıştım, daha fazlasını göremem sandığın günün akşamında İzlanda seni şaşırtmaya devam ediyor, 3.gün de doğa ile mücadele ile geçen çok acayip bir gün oldu.. 






  

9 Temmuz 2015 Perşembe

İzlanda'da ilk gün, Blue Lagoon, Thingvellir Milli Parkı ve Kerid krateri

Cumartesi akşamı 23:55'de Keflavik Uluslararası Havalimanı'na inen uçağımız sonrası bizi Thrifity araç kiralama firmasının görevlisi karşıladı, araçla 2-3 dk'lık mesafede olan diğer kiralama firmalarının da bulunduğu alana götürdü, gerekli belgeleri imzaladıktan sonra aracımızı teslim aldık. 

"Önemli: Avrupada araç kiralarken Türkiye'de kullandığımız ehliyet geçerli, Almanya, Avusturya, İtalya ve şimdi son olarak İzlanda'da bir sorun olmadı en azından. Bu tarz araç kiralama durumlarında mümkün olan en geniş kasko paketini yaptırmakta fayda var, biz de öyle yaptık, aksi durumda en ufak hasarda büyük masrafların altına girmeniz gerekebiliyor. "

Mazda 3 serisi benzinli bir araç verdiler, henüz 4000km'deydi. (Ford Focus ve muadili demiştik) Arabaya oturduğumuz anda yağmur başladı, kalacağımız yerin görevlisine havaalanında rastladığımız ve geleceğimizi söylediğimiz için acele etmedik, navigasyonu yerleştirdim, adresi yazdım ve yoldaydık, 5-10 dk'lık sürüş sonrası B&B Guesthouse'a ulaştık, tüm günü Münih'te gezerek geçirmenin verdiği yorgunlukla uyuduk, yağmursuz bir sabaha uyanıp yol hazırlıklarına başladık. İlk rotamız gün sonunda aşağıdaki gibi şekillendi. 



İlk durağımız Blue Lagoon'du ancak rezervasyon yapılması zorunluluğu sebebiyle ancak saat 13:00'e saat alabildik, yoksa uzun kuyruklarla karşılaşmak olasıymış, boş kalan 3-4 saati de Reykjavik'e giderek değerlendirmeye karar verdik, pazar sabahı olmasının da etkisiyle zaten çok kalabalık olmayan şehir bomboştu, belediye binasının yanında bulunan gölün kenarında kısa bir fotoğraf molası verdik.  




Şehir merkezine doğru devam ettik, arabayı sahile yakın bir yere parkettik (pazarları Reykjavik'te otoparklar ücretsiz, diğer günler merkeze yakınlığa göre tarife değişiyor) limanın ve Harpa konser salonu etrafında dolaştık, sadece haftasonları açık olduğunu öğrendiğimiz bit pazarını ziyaret ettik. Bu bitpazarlarını gideceğim her şehirde önceden öğrenip fırsat bulursam mutlaka ziyaret ediyorum. Fotoğraf açısından da oldukça verimli oluyor, kapalı ve kötü aydınlatmalı olanlar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim tabi, yine de bazen çok orijinal şeyler bulabiliyorsunuz. Ev yapımı kurabiye ve tarçınlı karamelli bir pasta bulup aldık. 






Devamında ikimizin de sabahtan beri kahve içmediğimiz aklımıza geldi gözümüze çarpan ilk kahveciye girdik, 7 günlük gezi boyunca içtiğim en güzel kahve buradaydı sanırım (ismini hatırlamıyorum)




Öğlen 12'ye doğru Blue Lagoon'a doğru yol almaya başladık, 45 dk süren bir yolculuk sonrası ulaştık.




Blue Lagoon Grindavik bölgesinde lav kayalarının oluşturduğu bir alanın ortasındaki jeotermal bir tesis, İzlanda'nın en çok ziyaret edilen yeri, ismindeki maviyi silica ve sülfürden zengin suyun renginden alıyor, hava durumundan bağımsız su sürekli olarak 37-39 derece civarında, lagün yakında bulunan jeotermal bir tesisten gelen suyla besleniyor, bu sıcak su aynı zamanda elektrik üretiminde de kullanılıyor. 

Tesisin içine girdiğinizde rezervasyon yaptıranlar ayrı bir kısımdan giriyor, giriş ücretleri standart yaz döneminde 45 euro, ekstra olarak havlu ve içecek olan paket 60 euro, daha da para vereyim derseniz beraberinde bornoz vs verdikleri paketler de var, bizim havlumuz yanımızdaydı standart ücreti verdik girdik. 

Girişte bileklik veriyorlar, bütün girişleri bununla yapıyorsunuz, içeride yiyip içtiklerinizi de bu bilekliklerle alıp çıkışta ödüyorsunuz. Bir gün öncenin verdiği yorgunlukla kendimizi sıcak suyun içine bıraktık, uzun saçlı arkadaşların saçını suyun içine sokmalarını önermiyorlar, çözmek epey zor oluyormuş sonrasında. Suyun içinde bulunan bardan içecek alıp keyfe devam etmek mümkün. Burada yaklaşık iki saat geçirdik, o kadar keyifli ve güzeldi ki, çıkmak istemedik. Çıkmadan önce bir kaç fotoğraf, gopro ile de bir timelapse video çektim. 





Blue Lagoon'dan tamamiyle yenilenmiş bir şekilde çıktık, kalan vakitte Golden Circle olarak tabir edilen Tingvellir milli parkı ve çevresini keşfetmek için yola çıktık, bu bölgeye altın çember denilmesinin sebebi Reykjavik'ten sabah çıktığınızda gün içinde bir çember çizerek rotayı tamamlayabilmeniz. Bu bölge İzlanda'nın en önemli coğrafi oluşumlarını barındırıyor. Bu şekilde çok sayıda tur düzenleniyor. 

Yola çıktığımızda ilk burada başladı, "aa şurası ne güzelmiş duralım", "şuranın yanına nasıl gideriz", "hadi sahile inelim" ilerleyen günlerde bu sebeplerle neredeyse ilerleyemez olduk.. İşte bu sebeple saptığımız ilk yolda karşımıza eski bir kilise çıktı, sahilde ufak bir tepenin üstüne konuşlanmış bu kilise 1-2 kez çeşitli sebeplerle yıkılmış, yeniden yapılmış..








Buradan çıkıp rotada ilk olarak Kerid krater gölüne ulaştık, 3000 yıl önce oluşmuş bu volkanik kratere zamanla su dolmuş ve bu gölü oluşturmuş, fazlasıyla etkileyici bir atmosferi var, burada Björk'ün bir salın üzerinde konser verdiğini öğrendim, benzer şekilde sanırım başka konserler de olmuş. Gölün kenarına kadar inip hayran hayran etrafa bakmaya devam ettik bir süre daha, ama gidilmesi gereken başka yerler vardı..





Golden circle'ın en önemli parçası olan Thingvellir Milli Parkı'na doğru yola koyulduk, pazar günü olduğu için parkın danışma kısmı kapalıydı kendimiz keşfetmeye başladık. 2004'de Unesco Dünya Mirası olarak tescillenen bu bölgeden Atlantik Ortası Yükselimi (İngilizceMid-Atlantic Ridge) olarak tabir edilen Atlas Okyanusu ile Kuzey Okyanusu arasında, büyük bölümü sular altında bulunan bir sıradağ kümesi geçiyor, kuzey kutbundan başlayıp güneye doğru uzanıyor. Dağların yüksek bölümleri de yer yer su yüzeyine çıkarak okyanusta adalar oluşturmuş, İzlanda bu şekilde oluşmuş. Bu bölgenin kültürel olarak da değeri yüksek, Norveç'ten gelen insanlar ilk meclisi 874 yılında burada oluşturmuş, Thingvellir adı Meclis Ovası anlamına geliyor. 




Golden Circle'da gezilecek 2-3 yer daha vardı ancak saat 22'ye yaklaşmıştı, kalacağımız yere dönüp dinlenmeye karar verdik. Dönüşte mükemmel bir günbatımıyla günü sonlandırdık. Günbatımı dediğime bakmayın, en fazla bu kadar kararıyor, 1-2 saat sonra gün aydınlanmaya başlıyor bile tekrar. 



Konaklama hakkında bilgi vermem gerekirse o gece kaldığımız yeri Booking.com'dan buldum, Guesthouse Garun iki kişilik oda için toplam 88 euro (260 TL) ödedik, kahvaltı dahil değildi. Not: İzlanda'da karşılaştığımız (beklenmedik) geleneklerden ilki burada karşımıza çıktı, kapıda ayakkabınızı çıkarmanız gerekiyor uyarısı yaptı otel sahibi, içeride baya baya çorapla takıldık. 

İlk gün yaptığımız diğer masraflar ise iki kişi için: 

- Blue Lagoon giriş 90 euro 
- Yemek 38 euro - Kaffi Krus Selfoss'da (iki pizza yedik, bir de içecekler tabi, pahalı ama güzeldi ) 
- Vodafone sim kartlar 21 euro (30dk konuşma, sms ve 300 mb içeren giriş paketi alıyorsunuz bu fiyata, sonrasında ek internet paketleri satın alınıyor ben 50 TL gibi bir ücrete 3 Gb ek paket satın aldım) 

hazırlık sürecini bir önceki yazımda yazmıştım, bir sonraki gün Geiser ve şelaleler ve yine yolüstü keşifler, faydalı notlar var..