7 Kasım 2016 Pazartesi

Norveç'in zorlu rotası: Trolltunga

Esmiyor diyenlere…
Temmuz ayında serinleten yollar
İstanbul sıcağından her bunaldığımızda, uçağımızın kalkış gününü hayal ederek geçirdiğimiz iki koca ayın sonunda, Sabiha Gökçen Havaalanında buluştuğumuzda hem bir heyecan hem de inceden bir tedirginlik içindeyiz. Türkiye’nin subtropikal ikliminde, deniz seviyesinde, birbirinden net şekilde ayrılan gece ve gündüzlerin olduğu bir günlük planla yaşamaya alışıp, bunların hepsine sırtını dönerek yola koyulmak başlı başına önemli bir karar. Üstüne bu sefer, güneşin hiç batmadığı kuzey topraklarında hiçbir rezervasyon ve ön planlama olmadan yol alıp dağ bayır, dere tepe gezinirken lojistik imkanlarının sırtımızdaki çantadan ibaret olduğu bir bilinmez üzerine kurduk yol hayallerimizi. 
Rotamızı iki bacaklı oluşturuyoruz. Önce Oslo aktarması ile Bergen’e gidip arkadaşlarımızla buluşarak Trolltunga tırmanışını tamamlayacak, indikten sonra da Bergen – Oslo – Bodo aktarması ile uçarak kutup çemberine adım atıp, Lofoten adalarını keşfedeceğiz. 

TROLLTUNGA EFSANESİ

 Bergen’e akşam saatlerinde inip aracımızı kiraladıktan sonra, bizden iki gün önce yola çıkarak Pulpit Rock rotasını bitirip gelen Pınar ve İlter’le buluşuyoruz.  Uzun aradan sonra buluşmuş ekibin hasret gidermesi,  Pulpit maceralarının dinlenmesi derken zaman ve yol akıp geçiyor. Gecenin ilerleyen saatleri olduğunu, ancak üzerimize düşen yorgunlukla anlayabiliyoruz. Zira gece yok, karanlık yok, batan bir güneş yok. Jet-lag’in farklı bir versiyonu, sürekli olarak hissediliyor kuzeyde. Eğer kolunuzdaki saati aralıklarla kontrol etmezseniz, gecesiz bir yaşama ayak uydurana kadar, uyku-uyanıklık dengesini tutturmanız zorlaşıyor.
Dinlenmek için kamp atabileceğimiz uygun bir nokta ararken, Norveç’in güzel yasaları imdadımıza yetişiyor;

 En yakın eve 150 metreden uzak olmak kaydıyla, açıkça belirtilmiş bir kamp yasağı olmayan her yerde, aynı noktada 2 günü aşmamak kaydıyla kamp yapmak, ülke çapında kanunen serbest. 

   
    Buna ek olarak, karayollarının kenarlarına, karavancılar ve çadırlı gezginler için tuvalet -hatta bazı yerlerde sıcak su bile- bulunan dinlenme alanları serpiştirilmiş. Böyle bir istirahat noktasında ilk kampımızı atıp, yol yorgunluğumuzdan arınıyoruz. Nasıl bir yere kamp attığımızı sabah farkediyoruz.. Uyandığımızda, Trolltunga rotasının başlangıcına kadar yaklaşık 3 saatlik bir otomobil yolculuğumuz daha var. 





Norveç’te karayolu yolculuğu ayrı bir zevk. Kıvrım kıvrım ilerleyen inişli çıkışlı yollar, sayısız tünel ve köprülerle birbirine bağlanıyor. Her virajı döndüğünüzde, farklı bir fiyort, şelale, göl, dağ, kumsal, orman… Her biri, bir öncekini unutturan eşsiz manzaraları izlerken, gaza basmaya kıyılamıyor adeta.  Şehirlerarası yollarda hız sınırı genellikle 80km/h ve yollarda hız tespit radarları mevcut. Ancak yolların yapısı ve bu manzara nedeniyle, zaten çoğunlukla hız sınırlamalarına bile ulaşmadan araç kullanılıyor. 
" Norveç gezisinde otomobil kullanacak gezginlerin, mutlaka güvenilir bir kaynaktan yol sürelerini önceden öğrenmeleri ya da iyi bir navigasyon cihazı ile yola çıkmaları önemli. 120 kilometrelik bir yolun, bizim alışık olduğumuz gibi 1 saat değil, bazen 3 saat sürebileceğini göze almak ve planınızı buna göre esnek tutmakta fayda var. "

Ertesi sabah uyanıp kahvaltı ve çanta hazırlığımızı tamamladığımızda Odda’daki “Troltunga Başlangıç Noktası”  için yeniden direksiyona geçiyoruz. Beklenmedik bir yol çalışması nedeniyle planladığımızdan 1.5 saat geç ulaşıyoruz hedefimize. Ama bu sayede, yolun açılmasını beklerken yerel bir kiliseyi ve köyü de ziyaret etme şansı buluyoruz, planımızda hiç yokken. 











ve Trolltunga başlıyor... 
Trolltunga, Mitolojik Kelt gulyabanisi Troll ve Norveççe’de dil anlamına gelen tunge kelimelerinin birleşimi ile üretilmiş bir kelime. Buzul aşınmalarıyla şekillenmiş ve şekillenmeye devam etmekte olan bir coğrafyada, Ringedalsvatnet gölünün 700 metre üzerinden kuşbakışı bakmayı sağlayan ve adının hakkını vererek, bir canavarın ağzından çıkan sivri uçlu bir dilmişçesine boşluğa uzanan, etkileyici bir kaya yapısı. Başlangıç noktasından kayaya ulaşmak 11.5 kmlik bir yürüyüş gerekiyor. Yürüyüş süresince, özellikle ilk kilometre ve 4 ile 5. kmler arasında ciddi şekilde eğimin arttığı bir rota üzerinden, toplam 900metre rakım yükselişi yaparak 1100metreye ulaşılıyor.
Tırmanış başlangıç noktasındaki otoparka varıp, son hazırlıklarımızı yaptığımızda, saat öğleden sonra 2’yi gösteriyor. Önümüzdeki dik sırttan, sabah yola çıkıp geri dönmekte 
olanların inişini görüyoruz.








** Önemli** 
Günübirlik Trolltunga tırmanışlarında sabah 5:00 civarı yola çıkılması öneriliyor. Daha geç saatli çıkışlarda, özellikle de temmuz harici aylarda, geceye kalmak ve yolun en tehlikeli kısmı olan ilk 1 kilometreyi geri inerken, karanlığa yakalanmak riski mevcut. Zaten, rota üzerindeki tabelalarda da, “Bu noktaya geldiğinizde saatinize bakın! 10:00 olmuşsa geç kaldınız, geri dönüşe geçip, başka bir gün tekrar deneyin” minvalinde uyarılar mevcut.  



   

Biz, yolun orta noktalarında kamp atmayı planlayarak hazırlıklı geldiğimiz için, sularımızı doldurup tırmanışa başlıyoruz. Ama ne tırmanış… Biz tırmanmaya başlarken yağmur da bardaktan boşanırcasına yağmaya başlıyor. Zaten çamurlu ve kaygan rota, bu yağmurla iyice ıslanıp, daha da zorlaşıyor. İlk 1 kilometrede yer yer %90lara varan eğimlerle, bazen dört ayak olup çevredeki ağaçlardan ve yola bırakılmış kılavuz hatlardan destek alarak, bazen de merdiven gibi döşenmiş kayalara adım adım tırmanarak ilerleyebiliyoruz. Sırtımızdaki 16-18er kilo aralığındaki kamp yükü de yağmurun ve yorgunluğun etkisiyle ağırlaştıkça ağırlaşıyor. Rakım arttıkça, deniz seviyesine alışık vücutlarımız alarm veriyor. İki adımda bir çarpıntımızı azaltmak için nefeslenmek zorunda kalıyoruz. Bu noktada, psikolojik bir savaş yaşıyor herkes kendi içinde. Ama ekibin morali bozulmaması için, herkes kendi savaşını kendi içinde tutup, son gayretiyle tırmanmaya devam ediyor. Akşam kamp noktasına varıp dinlenirken, dördümüz de o ilk kilometre boyunca defalarca geri dönmeyi düşündüğümüzü, burada ne işimiz olduğunu sorguladığımızı itiraf edeceğiz birbirimize zaten. 


İlk kilometreyi yaklaşık 1 saat süren bir tırmanışla atlatınca, yol daha düz bir rotaya dönüşüyor ve yağmurun şiddeti azalıyor. Bu birkaç kilometreyi yürürken moraller düzeliyor, fotoğraf makineleri çıkarılıp anılar belgeleniyor. Dördüncü kilometrede başlayan ikinci zorlu tırmanış da tamamlandığında, saatler yaklaşık 18:00’ı gösteriyor. Artık uygun bir kamp noktası bulup çadır atmalı, karnımızı doyurmalı ve yarınki tırmanış için hazırlanmalıyız. Menümüz; zoru bitmiş azı kalmış yolun verdiği rahatlama hissi, aşağıdan satın aldığımız geyik eti ve kamp ocağının vazgeçilmezi; tuzsuz yağsız makarna haşlaması 



Tırmanışın ikinci günü uyandığımızda, rotanın nispeten az eğimli kısmı kalıyor önümüzde. Erkenden yola çıkarak, günübirlikçiler gelmeden ve kalabalık olmadan fotoğraf çekmeye vakit ayırmayı hedefliyoruz. Çadırları ve diğer ağır yükümüzü kamp noktamızda bırakıp, çantalarımızda fotoğraf ekipmanları, su ve yedek tshirtlerle yürüyüşe geçiyoruz. Önceki gün sırtımızda yükle sürünerek çıktığımız yollara nazaran, şimdi rota akıp gidiyor. Kısa sürede, kar ve akarsu geçişlerini, küçük kaya tırmanışlarını arkamızda bırakıp uzakta beliren “rotanın sonu” tabelasını görüyoruz. 








Bundan sonrası, hedefe varmanın getirdiği gururla karışık mutluluk, belki biraz sarhoşluk hali. Trolltunga üzerinden baş döndürücü manzarayı izliyoruz. Videolar, selfieler, yeni ekipmanla ilk 360⁰ fotoğraflar çekiliyor. 2015’de buradan düşerek hayatını kaybeden Avustralya’lı turist anılıyor. Yaklaşık 1 saatin sonunda geri dönüşe geçiyoruz. Kamp bozumu, paketleme ve o zorla çıktığımız yokuşlardan, aynı zorlukla iniş derken akşam 20:00 civarında aracımızın yanındayız. 
Trolltunga tırmanışı yapacaklara tavsiyeler; 
1 - Yılda kırkbin kişinin tırmandığı turistik bir rota olarak lanse edilse de, gerekli fizik ve ekipman hazırlığı olmadan gidilmemesi gereken bu rota için, yapılacak en büyük hata, internet okumalarına dayanarak rotayı küçümsemek olacaktır. 
2 – Aylardan temmuz olmasına, Odda’da yada Bergen’de havanın güzel olmasına aldanmayıp; her hava koşuluna uygun hazırlık yapmak, mutlaka uygun bot ve yeterince yedek kuru elbise bulundurmak önemli.  Biz hazırlıklı olduğumuzdan bu konuda rahattık, ama yol boyu gördüğümüz, hedefe ulaşamadan geri dönmüş kot pantalonlu ve spor ayakkabılı birçok turist bizim kadar şanslı değildi.
3- Eğer kamplı program yapmayı düşünüyorsanız, kampı Odda’daki kamp alanlarında yapıp, tırmanışa olabildiğine hafif yükle çıkmak daha mantıklı. İlk kilometre zaten yeterince zorken, bir de kamp yükü ile tırmanmak gerçekten yıpratıcı bir süreç. Bazı blog ve gezi yazılarında, rota üzerinde 4-5. kmlerde bir kamp alanı olduğu söylense de, belirlenmiş bir kamp alanı olmadığı gibi, o bölgede çadır kuracak yeterlilikte düz alan bulmak bile oldukça zor. Sağda solda bir çadırlık alan bulabilip çadır kuranlar var, ancak yukarı çıkıp kamp atmanın da bizce pratikte hiçbir faydası yok. Biz ettik, siz etmeyin
4-  Rota boyunca sık aralıklarla içilebilir su kaynakları mevcut, çok büyük su yedekleri taşımaya gerek yok.
Geceyi geçirmek için, yol kenarında bungalovlar kiralayan bir tesis buluyoruz. Sıcak bir banyo, kirli ekipmanların temizliği, dün gece çadırda yediğimiz soğuktan sonra, sıcacık bir uyku… Hem elektrikli aletlerimizin hem de bizlerin pili doluyor adeta...

Yazı: Ferhat Çetin (instagram: drfcetin)
Fotoğraflar: Erdal Mahir Cüran (instagram: erdalcuran)

12 Nisan 2016 Salı

İkinci İzlanda Seferi - Part II - KUZEY IŞIKLARI

Nerede kalmıştık..

Ferhat gözünden yeşil ışıklar saçarak kuzey ışıkları dedikten sonra ben İlter'e:  "Abi kalk, kuzey.."cümlemi bitiremeden adam pantolonunu giyiyordu, Pınar'a da seslendik ama o kuzey ışıklarını o sırada rüyasında görüyor olacak hiç oralı olmadı.

Ben eşofman üzerine geçirdiğim yağmurluk motor pantolonu, alelacele giydiğim kıyafetlerle dışarıya fırladım, neredeyse geceyi gündüz eden Sony a7s mark ii'yi gökyüzüne doğru tutunca çevredeki ışıklar yüzünden çıplak gözle zar zor seçilen kuzey ışıklarını parıl parıl görmeye başladık.

Araca atlayıp Vik'te karanlık yeri nerede bulucaz şimdi diye çılgınca dolaşmaya başladık, içgüdüsel olarak tepelere doğru çıkıyorduk, nihayet yukarılarda bir kilise  ve açıklık gördük, vardığımız anda bizden önce oraya gelmiş iki aracın daha parkettiğini çekik gözlü abilerin karanlıkta kuzey ışığı fotoğrafı çekmeye çalıştığını gördük, evet kesinlikle doğru yerdeydik, farları kapatıp uygun bir yere parkettik.

Kafamızı kilisenin ardından gökyüzüne kaldırdığımızda doğrusal bir ışının göğe doğru yükseldiği gözle çok rahat seçiliyordu, arkamı döndüm tepelerin ardında da yeşillik vardı. O an ışıklar sanki her an kaybolacak gibi bir hissiyat geldiği için ister istemez bir telaş oluyor, aradığın şeyi bulamıyorsun vs.. neyse nihayet herşey tamamdı, tripodu kiliseye karşı kurdum, az da olsa aydınlanıyordu kilise, netlemek zor olmadı.. ve çekmeye başladım..

 


Kilisede benzer fotolar çektikten sonra, yakındaki tepelere çıkmaya karar verdik çünkü bu ışıklar o bölgede artmaya başlamıştı, tepeye doğru ilerliyoruz, heryer buz, botlarımda zincir yok, arabada unutmuşum dönerek zaman kaybetmek istemiyorum.. Nihayet açıklık bir alandayız, bizden başka kimse de yok.. Her yerden yayılıyor ışıklar, yavaş yavaş yer değiştiriyor.. O ana kadar farketmediğim bir şey farkediyorum: Soğuk.. eksilerin çok altında ama kaçlarda emin değilim, ellerimi makinayı-tripodu ayarlamak için eldivenin dışına çıkardığım zamanlarda dayanamıyorum.. Ne kadar süre vakit geçirdik emin değilim, 1-2 saat belki, o ana kadar tanık olduğun doğa olaylarının ötesinde bir şey bu aurora borealis.. 












Soğuk karşısında daha fazla dayanamadığımız için ekip olarak ışık yoğunluğunun azaldığı konusunda birbirimizi kandırdıktan sonra otele dönmeye karar verdik. Fotoğrafları bilgisayara attım, hiçbirine bakamadan uyuyakaldım.. Ertesi gün yolumuz uzun, göreceğimiz çok yer vardı.

Sabah dinlenmiş bir şekilde uyandım, hemen laptopu açtım, fotoğraflar.. Rüya değilmiş!.. gerçekten görmüşüz.. O mutlulukla kahvaltıya yöneldim, kaldığımız otelin Guesthouse Carina kahvaltısı çok başarılıydı, çılgınca yedik, yol için de birer sandviç hazırladık kendimize, Türkiye'den getirdiğimiz kumanyalar bitmek üzereydi çünkü.. Bu arada hosteldeki odamız 4 kişilikti, 2 tek 1 çift kişilik yatağı vardı, gecelik 150 euro verdik (kahvaltı dahil) , bir önceki İzlanda gezimde Vik'te iki kişilik odalar 300 euro civarında olduğu için arabada uyumak durumunda kalmıştık. Onu düşününce çok iyi denk geldi. 



O günkü rotamızda hedefte önce Black Beach sonra uçak enkazı , devamında Geysir ve Thingvellir milli parkı vardı. Hava kararmasını denk getirebilirsek Thingvellir'de biraz kuzey ışığı kovalar sonra Reykjavik'de kalacağımız yere gideriz diye düşündük.


Vik'ten çıktıktan sonra 10-15 dk'lık mesafede Black Sand Beach'e ulaşılıyor, arabamızı parkedip kıyıya ulaştık.. Fotoğraf çekmeye başladık, bu arada sahilde güvenlik görevlisi vardı kıyıya fazla yaklaşanları uyarıyorlardı çünkü kıyıya vuran dalgalar bir acayip, (acil durum ekranında da uyarı vardı bununla ilgili) bir anda çok derinlere kadar uzanabiliyor su, orada kaldığımız sürece 2-3 kişi bileklerine kadar suda kaldı. 





Gece soğuktu demiştim, araç üzerindeki buzlar güneşe rağmen çözülmedi.. 



Black Beach kısmını bitirince sırada uçak enkazı vardı, navigasyon kısmını tam beceremediğim için olduğu yeri kaçırıdk, daha ilerden geri dönmek zorunda kaldık, Skogafoss'un 8 km doğusunda, yoldan ufak bir giriş kısmı var, sahile doğru da 2-3 km ilerlemek gerekiyor, yoldan gözükmüyor.. Araçların açtığı lastik izlerini takip etmekte fayda var tabi.. 


Amerikan ordusuna ait kargo uçağı 24 Kasım 1974'de Solheimasandur sahiline düşmüş, içindeki tüm yolcular çarpışmadan sağ olara kurtulmuş ancak uçak enkaz haline gelmiş, o tarihten beri de turistlerin ziyaret noktasına dönüşmüş durumda. 

Solheimasandur Plane Wreck

İlter'den backstage



Uçak enkazını orada bırakıp tekrar yola çıktık, bu sefer hedefimiz yol arkadaşlarımın çok görmek istediği Gayzer'di, ben bir önceki gidişimde görmüş olmanın verdiği artistlikle tekrar görmesem de olur, çok da bir numarası yok arkadaşlar gibi görüşler bildirdim ama çoğunluğun (Pınar'ın) kararıyla rotamızı oraya çevirdik.. :)

Yolda şu aşağıda fotosunu ve videosunu gördüğünüz güzel atlara denk geldik, hava kararmadan geyzir'e gitmemiz gerekiyordu yine de biraz durup sevme imkanı buldum kendilerini. 











ve Geyzir'deyiz..  Gayzer (Geysir) ler esas olarak fay kaynaklarının altında dikey boşluklar varsa orada ısınan suyun buharlaşamayıp sıkışıp bir anda yukarı doğru patlamasıyla oluşuyor. Güneş batıyordu bu esnada, iyi yetişmiştik mekandan çıkan dumanların arkasında güneş çok güzel gözüküyordu, başta mızmızlık etsem de bu haliyle de gördüğüme sevindim, 5-6 kez patlamasını izleyip fotoğrafını çektikten sonra, araca geri döndük. 










Thingvellir yolları, -10 derece





Thingvellir'a geldiğimizde hava iyice kararmıştı, burası başkent Reykjavik'e en yakın ve en güzel kuzey ışığı izleme mekanlarından biri, geldiğimizde bizim gibi kuzey ışığı delisi insanları göreceğimizi düşünürken etrafta kimse yoktu, güneş ışığı hala uzakta biraz belli ediyordu kendini, zifiri karanlık için beklemeye başladık, bu sırada kumanyamızda son kalan ton balığı, barbunya, dolma gibi konserveleri çıkarıp yemeye başladık. Bu esnada dışarısı -10 derece. 

Bir süre sonra bir otobüs köşeyi döndü yanımıza doğru geldi, onu bir başkası takip etti, bir başkası derken 5-6 otobüs, onlarca araba kaplamıştı etrafımızı. Bütün huzurumuz kaçmıştı ve ortalıkta kuzey ışığı da yoktu.. Son bir umut ekipmanları alıp parkı iyi gören bir noktadan bazı fotoğraflar çektim.. 



Buradan Reykjavik merkeze kalacağımız yere geçtik, 2-3 saat uyku şansımız vardı, sonrasında arabayı havaalanında aldığımız yere teslim edip Oslo uçağına yetişecektik. Sağ salim hasarsız bir şekilde aracımızı verip uçağa bindik.. 

Neredeyse 2.5 günlük bir İzlanda gezisinde insanların haftalarca kalıp da göremediği kuzey ışıklarını bu kadar yoğun görebilmek, buz mağaralarını gezebilmek üstüne şelaleleri ve bir çok başka şeyi de görebilmek sadece bu ekibin yapabileceği bir şeydi sanırım, siz siz olun biraz daha uzun süre ayırın buralara bizim gibi işi şansa bırakmayın.. 

---------------------------------------------------------------------

Çok merak edilen soruya gelince, ne harcadık??.. :) 

Konaklama için 4 kişi 3 gün için : 430 euro  
Araç kiralama: 345 euro 
Benzin: 220 euro
Ice Cave turu: 660 euro 
Yeme-içme: yok :)

Toplamda : 1655 euro yani kişi başı 410 euro gibi bir para harcamışız, buna 220 euroluk uçak biletlerini de dahil edersek.

Kişi başı 630 euro'ya tarihin en ucuz İzlanda gezisini yaptık. Gururluyuz. 






29 Şubat 2016 Pazartesi

İkinci İzlanda Seferi - Buz mağarasına doğru... (PART I)


Yazın 1 hafta süren (ve tembellikten burada sadece ilk üç gününü yazdığım) İzlanda macerasından, bu ülkeye her fırsatta gelinir diyerek dönmemden kısa süre sonra üç doktor arkadaşımın, "Biz kuzey ışıkları kovalamak için İzlanda'ya gideceğiz şubat ayına bilet aldık ne tavsiye edersin" sorusuna, tarihler ne? yer var mı? karşılığını vermemle ekibe dördüncü olarak dahil oldum.

Plan İstanbul - Oslo (Norveç) yapıp sonrasında İzlanda'nın başkenti Reykjavik'e geçmekti. Bu noktada söylemeliyim ki, İzlanda'ya en hesaplı uçuşlar da İngiltere ve Norveç'ten. Yazın 1300 - 2500 TL arasında değişen fiyatlar, kış olması sebebiyle toplamda kişi başı gidiş dönüş 700 TL gibi bir fiyata geldi. Ama ortada İzlanda'ya 2.5 gün ayrılmış olması gibi "ufak" bir sorun vardı ve iyi planlama yapmazsak gündüz süresi çok kısa olan bir tarih ve coğrafyada hiçbir şey göremeden dönmek olasıydı.


Geç saat Oslo'ya varıp uyuyup sabah yaptığımız kısa şehir turundan sonra, ki bu şehre daha önce de Norveç'in batı fyordlarını keşfe çıktığım geziden sonra kısa süre gezmiştim (iyi hatırladım onu da yazayım ilk fırsatta) havaalanına doğru yola çıktık, Icelandair'in 14:05 uçağıyla İzlanda'ya uçtuk. Yol boyunca önümüzdeki ekranlardan İzlanda'da trafik kurallarını anlatan tanıtım videoları, buzul mağaraları görüntüleri, kuzey ışıkları derken süre çok çabuk geçti (tabi acaba biz görebilecek miyiz tedirginliği de had safhadaydı) İzlanda havadan bembeyaz görüntüsüyle bizi karşıladı. (saat 16:30)




 



Uçaktan inip bavullarımızı aldıktan sonra telefona sim kart almak için duty free'ye yöneldik. Vodafone'nin Red tarifesi sayesinde onlarca ülkede kendi tarifeni kullanmaya devam etmek büyük özgürlük, ama nedense nordic ülkeleri ve İzlanda, Vodafone'nin Red kapsamı ülkelerinde değil.  İzlanda'da sim kartları havaalanında duty free kasalardan ya da benzin istasyonlarından temin edebiliyorsunuz. Ben Vodafone İzlanda'nın simkartını aldım. 

Vodafone İzlanda'nın 'Basic Starter pack' denen paketleri satılıyor, 1499 ISK'ya (yaklaşık 10 euro) 300mb data + 500 dk konuşma içeriyor, isterseniz sonrasında farklı online paketler var, biz mevcut hatta ek olarak diğerleri için 2490 ISK'ya (yaklaşık 17 euro) 5 GB data paketi alıp bir telefondan hotspot - internet paylaşımı açarak hallettik. 


Havaalanından çıktıktan sonra kapıda kiralık araç firması görevlilerinden, otel shuttle, tur firması çalışanlarından oluşan bir kalabalık karşılıyor. Biz dışarı çıkmakta geç kaldığımız için Sixt İzlanda'nın görevlisini bir yarım saat beklemek zorunda kaldık, sonrasında bizi alıp 5 dk mesafede bulunan ofise götürdü, 4 kişi olduğumuz için geniş bir araç olsun, yol şartlarını da düşünerek 4x4 olsun diyerek bir model seçmiştik, bize muadili olarak Ssanyong'un 4x4 bir jipini verdiler, toplam 100 euro gibi ek ücret vererek kaskosunu tama çevirdik. Bu arada araç kiralama olarak rentalcars.com'u kullandık, aracı program olduğu için Sixt'in kendi verdiği fiyatlardan çok daha uygun fiyat çıkardı karşımıza. 3 gün için toplam 250 euro gibi bir para ödedik. Çin işi 4x4'ümüzle ilgili baştaki tedirginliğimiz km'ler geçtikçe memnuniyete dönüştü, aracımızı aldık ve nihayet yollardaydık..



İlk akşam hedefimiz doğuya 195km karanlıkta yol almak aşağıdaki haritada kırmızıyla işaretli Skogafoss'daki otelimize ulaşmaktı. Buradan ertesi sabah çıkıp öğleden sonra yeşil gördüğünüz alanda Buz mağarası turuna katılmayı, bu sürede yol üstü yerleri gezmeyi planlamıştık. 

 

Bu arada herkesin hissettiği ama niyeyse paylaşmadığı bir gerçek vardı ortada: Acıkmıştık. Ekip otele gittiğimizde yanımızda getirdiğimiz konservelerden yeriz diye düşünmüş olacak sesini çıkarmıyordu, sonrasında yolda IKEA tabelası görmemizle, "aaa İkea varmış, ikea'da bişeyler mi yesek" önerisi geldi birden, ben şuursuzca navigasyonda ikea yazarken buldum kendimi ve daha yarım saat geçmeden yoldan sapıp İkea'ya girdik, doğrudan restorant kısmına yönelip fiyatları görünce hunharca saldırdık yemeklere. Bknz şekil 1-a






Girin herhangi bir yere yiyin diyeceksiniz belki ama nordic ülkelerinden bile pahalı bir yemek tarifesi olan ülkede geçen gelişimde özelliği olmayan şeylere kişi başı 70-80 TL verip yine de doymayınca bir otokontrol geliştirdik, yazının ilerleyen kısımlarında  tedbir amaçlı yanımıza aldığımız kumanyaları paylaşacağım, ve nihayet doymuştuk, yola devam edebilirdik.



Bir kırkbeş dakika daha devam edip şehirden uzaklaşınca gözlerimiz kuzeye bakmaya başladı, hava durumuna göre bulutluydu ve aurora app'i herhangi bir hareket göstermiyordu. Ancak İzlanda'ya geçen gelişimde öğrendiğim bir şey varsa, o da yol kenarında insanlar parketmişse orada kesin birşeyler olduğuydu. Kenarda birilerinin park ettiğini görüp, sanırım bişeyler oluyor arkadaşlar dediğim sırada üstteki fotoda arka koltukta oturan İlter : 

İlter: Beyler kuzey ışıkları çıkıyor sanırım.
Ferhat:  Şehir ışıklarıdır o  İlter
(İlter Canon G12'siyle bir foto çekip öne uzattı.)
Ben: Ferhaat! Abi kenara çek.. laan, olm çıkmıışş.. hadi bir yer bul!!

Böyle bir 3-4 dk daha sürdük, park edecek yer aradık, kuzey ışıkları her an kaybolacak zannettiğimiz için çılgınca bir telaş başladı fotosunu çekebilmek için hepimizde, sağda solda tek tük arabalar durmuş, nispeten sakin bir yer bulduk ve koşuşturma başladı. Tripodu kurdum, alelacele ayarları yaptım ve şu aşağıdaki görüntü çıktı, geleli daha 1-2 saat olmuştu ve evet Kuzey Işıklarını görüyorduk, inanılmazdı. Tabi bunun daha hiçbir şey olduğunu ertesi gün öğrenecektik. 














Yaklaşık bir saat geçirdik sanırım, gopro ile, telefonla, hangi makinayı bulsak çekim yaptık, sonrasında otele doğru kalan 1.5 saatlik yolumuza devam ettik, ilerleyen km'lerde ışıkları bu yoğunlukta göremedik, kafamızdaki ilk şey otele eşyaları bırakıp otelin az ötesindeki Skogafoss şelalesini kuzey ışıklarıyla fotoğraflamaktı, otele varır varmaz görevliye  yolda kuzey ışıklarına denk geldiğimizi söyledik, en iyi nereden görürüz diye sorduk, şaşkınlıkla kuzey ışıkları mı var dedi, dışarı çıktı, "he bu sürekli var zaten" yaptı adi herif :) bilgisayardan geçen haftalarda gopro ile çektiği bir foto gösterdi, gökyüzünün tamamı yemyeşildi resmen, çok moral bozucuydu, ama olsun biz görmüştük mutluyduk, bunu kimse bozamazdı. Küfürler edip odaya geçtik Pınar'ı odada bırakıp, üç cengaver dışarı çıktık, yürüyerek mi gidelim derken dondurucu soğuğa cesaret edemeyip arabaya atladık. 


200-300 metre ötedeki şelalenin yakınına parkettik, yerler tamamen buz, düz botla ilerlemek mümkün değil, ayağımızda Türkiye'den getirdiğimiz bota geçirilen çivili paletlerle ilerleyip ekipmanları kurduk, havadaki yeşillik büyük ölçüde gitmişti ama belli mi olur fotoğraflarda belki çıkardı biraz, 5-10 çekimden sonra farklı şeyler deneyelim dedik, Ferhat eline ışık alıp şelaleye doğru yürüdü ve ortaya şu fotoğraf çıktı. Bir yanda şelalenin sesi, diğer yanda zifiri karanlık.. Kaç kat giyindiğimi hatırlamıyorum yine de üşümüştüm.. İlter çoktan arabaya dönmüş biz Ferhat'la inat ediyorduk.. Biraz daha takılıp odaya uyumaya geçtik.. İlk gün bitmişti ve evet kuzey ışıklarını görmüştük, bu mutlulukla uykuya daldım. 

2. günün sabahı, Hotel Skogafoss'da yaptığımız dolu dolu kahvaltı sonrası Ice Cave'e hazırlık süreci başladı, en kalın kıyafetlerimizi, termal içlikleri giyindik, elimizdeki bütün yiyecekleri bir yerde topladık, kolay ulaşım gerektirenleri üste aldık ama sanırım biraz abartmıştık: (abartmamışlardı) 



9:30 gibi çıkabildik otelden, 14:30'da Jokulsarlon denen buzul gölünde olmamız gerekiyordu tura katılmak için, önümüzde 2-2.5 saatlik yol vardı, bu da demek oluyor ki 2 saat kadar oyalanabilirdik..

2. gün rotası Skogafoss > Jökülsarlon

Vik

ertesi gün haritada Skogafoss'un hemen doğusunda gördüğünüz Vik'te kalacağımız için orada bulunan siyah kumsala sadece kısa süreliğine uğramaya karar verdik.  Burada yol diye düşündüğümüz teker izlerini takip ettik, 4x4 aracımız olmasaydı buralara kesinlikle girilmezdi diye düşünüyorum. Sahilde foto, timelapse derken yarım saatten fazla zaman geçirdik.. 

Black Beach molası.. 


Black Sand Beach, Vik



Black Sand Beach





Jökülsarlon Glacier Lagoon



İzlanda'da yol durumunu takip edebileceğiniz çok faydalı bir site var >> http://www.road.isbununla beraber yol durumu duyurularını takip edebileceğiniz http://safetravel.is adresini de kaydetmekte fayda var, biz yola çıktığımızda Vik sonrasında ani hava değişimlerine, yol görüş farklılıklarına hazır olun gibi bir uyarı vardı, cidden öyle oldu.. 





Jökülsarlon Glacier
Saatler nihayet 13:30'u gösterdiğinde buluşma noktamız Jökülsarlon'a geldik, söylenen saate kadar bir süre ortalıkta dolaştık, konserve barbunyalarımızı tükettik, buluşma noktasına gittik, bütün firmalar kendi müşterilerini götürürken bizimki sona kaldı, bir an gelmeyecek diye endişelendik. Yapılan evrak kontrolünden sonra küçük aracımıza doğru yöneldik.. Elimizde batonlar, üstümüzde 10 kat kıyafetle tura hazırdık..




ICE CAVE
İzlanda'da buz mağaraları Aralık - Mart ayları arasında görülebiliyor, verdikleri ekipman desteği (başlık, krampon) ve 4x4 araçlarla dahi gitmek zor olduğu için turlara dahil olmakta fayda var. Çıkış noktasına göre kişi başı 450 TL - 1000 TL arasında değişiyor fiyatlar. Google'a Ice Cave Tour Iceland diye yazdığınızda alternatif çok sayıda firma çıkıyor, birbirlerinden farkı yok, çıkış noktasına göre uygun olanı seçebilirsiniz. Başkent Reykjavik'ten çıkışlı dahi turlar mevcut. Havanın dönemsel olarak ısındığı zamanlarda turları güvenlik gerekçesiyle yapılmayacağı belirtiliyor.

Ice Cave Tur aracımız
İçerdeki halimiz


*** Tur için verilen zincirli paletler. Buzda başka türlü yürünmüyor kesinlikle. 










İçerideki atmosferi yazıyla anlatmam çok mümkün değil, tonlarca ağırlıkta ve metrelerce yüksekte buz kütlesi hemen başınızın üstüne, buzun inanılmaz kristal mavisi gözlerinizin önünde, gerçek gibi durmuyor, ne yapacağınızı şaşırıyorsunuz..   tabi 1 saate yakın içeride kaldıktan sonra bir yerden sonra anksiyete başlıyor, mağaranın ufak bir girişi var, aynı yerden de çıkılıyor. Kapalı alan korkusu olanın tahammül etmesi pek olası değil. Bazı yerlerde sürünerek ilerlemek bile gerekiyor. Normal zamanlarda zemin tavana bu kadar yaklaşmıyormuş gerçi, önceki hafta şiddetli bir yağış olup zemini doldurmuş. Ve nihayet bu doğal güzelliği görmüş olmanın verdiği mutlulukla çıkıyoruz.. 









Ice Cave turu da burada biter, aracımıza geri dönüş yolculuğu başlıyor şimdi de, Jokulsarlon'dan buz mağaralarına 30-40 dk süren bir yolculuk yapmıştık, nedense geri dönüş daha kısa sürdü, alana vardığımızda hava kararmaya başlamıştı, iyice karanlık olmadan geriye doğru ne kadar yol gitsek kardı.




Dönüş yolculuğunda yarı yolda havanın kararmasıyla birlikte tipi başladı, görüş seviyesi oldukça düştü, normal araç kiralasak nolur diye soranlara videolu cevap:





böyle 1 saate yakın sürdük, Vik'e vardığımızda hava sakinlemişti, hosteli bulup yerleştik.. Telefon programına göre Kuzey ışığı seviyesi düşüktü, biz de çok yorgunduk, zaten ilk gün görmüştük, daha ne görecektik... Bu düşüncelerle yerleştik, kumanyamızdaki yemekleri ısıtıp yedik.. Pınar ve İlter uykuya daldı, ben çektiğim fotolara bakmaya başladım bilgisayarda.. sonra gece 12 gibi Ferhat sigara içmek için dışarı çıktı.. Kısa bir süre sonra içeri bir heyacanla geldi:

"Erdal Kuzey Işıkları!!!!" 


devamı.. diğer yazıda..